1. Anasayfa
  2. Kitap Tanıtımları

"Göğe Bakma Durağı" Bir Sıkıntılı Adam Seremonisi

Yazan: Zeynep K.


2

“Göğe Bakma Durağı” Bir Sıkıntılı Adam Seremonisi

Ey Sevgili Okur;

Şiir gibi günler vardır ya hani; bazen kanatırcasına zor, sıcak ve öfkeli. Bazen bir kuyudan su çekercesine ıslak ve nemlidir. Bazen gökyüzünde renkli bir uçurtma gibi salınmalık. Bazen kuytu, savunmasız ve yalnız. Bazen çok kısa, bazen çok uzun. Bazen tek kelimelik kimi zaman uçsuz bucaksızdır… Hayli zamandır açık yeşil kapağıyla raftan bana bakan bir kitap var. Adı; “Göğe Bakma Durağı”. Şair göğe bakıyor şiirde, kitap da bana. Belki içten içe beni gözetliyor; vakti gelmedi mi daha diye. Öyle sıkılınca elime bir göz atmak suretiyle dâhil olduğu için masaya, biraz da alıngan gördüm onu bugün. Sonra dedim ki; şaire bir sormalı kimdir, ne diyor, ne anlatmak istiyor? Aynı sıralarda söz konusu şairimiz Turgut Uyar’ın “Ben” adlı anlatısı çarptı gözüme başladım okumaya;

“Ben hep sıkıntılıyım. Yani bir adamın canı sıkılır, o ben’im. Çünkü bana en yaraşan durumdur sıkıntılı olmak. Ben silahsız bir askerim de ondan. Törenler askeriyim ben. Cumartesi ve Pazar askeri. Aslında karışık bir şey, kime ne söylenebilir? Bir sıkıntıyı ısrarla büyüterek, asıl büyük sıkıntıya ısrarla giden tümün attığı çekirdek. Pis bir köleliğe ve sonsuz çılgınlığa varacak oluşumu sıkıntıyla bekleyen bölünmez Varlık’ın beni. Ondan severim sıkıntıyı. Sevincin o amansız, o aşağılayıcı bönlüğünden korur beni. Ne söylenmişse ve ne söylenmemişse, ne yapılmışsa ve ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri. Belki söylenmemişin, yapılmamışın ve düzeltilmemişin telaşı içinde biraz. O kadar ve sıkıntılı. Ve sıkıntılı. İşte böyle başlıyordu her yerde mutsuzluk. Ve mutsuzluk büyük bir umut gibi çekiyor kendine beni… “

Elimdeki kitapta şairin 49 şiiri var. Mutsuzluğu umuda benzeten şairin satırları acaba hep mutsuz muydu; ya da mutsuz çağrışımlar mı yapıyordu? Elbette ki tüm şiirlerini ele almak mümkün görünmüyor. O halde dilerseniz içlerinden kısa kısa parçalar alarak tanımaya çalışalım edebiyatımızın bu önemli kalemini. Mutsuzluk deyince ana temalarından biri yalnızlık olur çoğu yazında, tersini anlatanlar da var tabi. Fakat yalnızlıktan, yalnız kalmaktan bugün pek çoğumuzun korktuğu da bir gerçek. Peki, ne tip bir yalnızlık var aklınızda?

Bektaş Mayıs böceği kadar yalnızdı,
Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da noksanda da,
Papaya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı…

Unutmadan bir şey daha ekleyeyim; Turgut Uyar’ın bu mutsuzlukla olan bağı tez konusu bile olmuş. Fırat Caner 2006 yılında “Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu” adlı bir doktora tezi hazırlamış. İnsanın mesleği üzerine yapışır derlerdi de biraz uzak durmaya çalışırdım bu düşünceden. Fakat bu aralar sık sık karşıma çıktığı da bir gerçek. Her neyse, kitabı anlatırken buradan da bazı örnekler vermeye çalışacağımı belirtmekti asıl niyetim. Bu bağlamda Turgut Uyar’ın şiir anlayışı ile ilgili kısa bir ayrıntı aktarıp devam edelim;

“Turgut Uyar, uygarlığın insan üzerindeki baskısının kendi çağına özgü olmadığının farkındaydı. Bu nedenle, yalnızca 20. yüzyıl uygarlığına yergi düzmek yerine, sorunun kaynağına yöneldi ve uygarlığın üreticisi olan insana ve insanın uygarlıkla gerilimli ilişkisine eğildi. Bu, onun çağını yansıtırken tarihselliğe ulaşma çabasıydı. Bir yandan uygar olmayan yaşamı özlenen olarak sunuyor, bir yandan da öncesi ile şimdi arasında insan-uygarlık ilişkisi bakımından büyük bir fark olmadığını vurguluyordu. Ona göre insan, bu yönüyle “kötü bir alışkanlık”tan başka bir şey değildi (“Yavaşça Oluyor Ellerime”). Uygarlıkla her zaman gerilimli bir ilişki içindeydi; bu nedenle sürekli olarak dünyayı değiştirmeye çalışıyordu. Ancak ne yaparsa yapsın, uygarlığı ne yönde değiştirirse değiştirsin, bu gerilim ortadan kalkmıyordu. Bu anlamda “Atlıkarınca” adlı şiirinde insanı bir tel cambazına benzetiyordu: “Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi bir yer olsun. Ama olmuyordu, kendisi vardı”. (Caner, 2006: 26,27)

Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Dumanı da caba
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş

Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

“Bu şiirdeki söyleyiş biçimi, tel cambazının doğruların ne olduklarına ilişkin kayıtsızlığını gösterir. Tel cambazı herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabul eder; karşılığındaysa dengesinin (düzeninin) bozulmamasını ister.” “Atlıkarınca” adlı şiirin epigrafında, tel cambazının da yukarıdan baktığı kalabalığa benzediği ve var olan düzeni değiştirmek istemesine rağmen, bu düzeni sürdürme eğiliminde olduğu belirtilir: “Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu, kendisi vardı”. Ne de olsa diğerleri, yani toplum, tıpkı cambaz gibi bireylerden meydana gelmektedir. Tel cambazı da herkes gibi, kendini değiştirmektense, başkalarını değiştirmek arzusundadır. Oysa değişim, kişinin kendini değiştirmesi ile mümkündür. (Caner, 2006: 169)

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım.

“Göğe Bakma Durağı” şairin belki de en çok bilinen şiiri, fakat beni ona çeken popülerliği değil; bu şiirin içindeki sevmek hissi belki de ve o kadar mutsuz umutsuz satırın üzerine güneş ışığı vurması gibi. Durum o kadar da vahim değilmiş sanki der gibi. Güneş ışığı dik açıyla geldiği kısımları aydınlatırken karanlıkta bıraktığı kısımlar da vardı elbette. Yine de burada önemli olan ışığa ulaşmaktı. Böyle bir his bırakan yarı aydınlık, yarı gölgeli bir diğer şiire göz atalım.

Durursa anlaşılır saatin kaç olduğu
Ürkek yürek bütün geçmişi kabulleniyor.
Ve kazmaların ve garların hiç uyumadığını
Hiç uyumadığını alkolün
Çiçeklerin ve tuzun
Gemilerin ve Çinde ve Büyük Britanyada ve
Bilmem bu gerinmeler, bu büyük yürek çarpıntısı
Bu sakallı adamlar dağlardaki
Birden farkına vardığımız güzelliği dünyanın
Güzelim galiba sonundayız uykumuzun.

Göğe Bakma Durağı’nın bende bıraktığı izlenimler böyle. Tam da vazgeçtim türküleri söylerken, öyle olmuyormuş: Bir şeyi bıraktım dediğinde bırakamıyormuşsun. Önce, onun seni bırakması gerekiyormuş. Başına türlü türlü işler açılırken bile bir kenarda beyninin içinde durmadan konuşan o şey var ya, tükenmesine izin vermiyormuş insanın… Velhasıl kelam sözü çok uzatmak istemedim. Biraz şairi anlamak, biraz havaya şiir kokusu yaymaktı yaptığım. Vakit veda etme vaktiyse eğer “Hazırlandın Diyelim” şiiriyle usulca yoldan çekilirken; son bir dilek tutalım ve hayatımızın her anının kıymetini bilerek yaşayalım. Pişmanlıklardan çok, iyi dostlar biriktirelim. Şiir gibi bir yaşamımız olmadıysa da saatlerimizi güzellik ve iyiliklere ayarlayalım en azından. Bakarsınız mutlu bile oluruz. Sevgiyle kalın…

Hazırlandın diyelim bir yolculuğa
“bu, yalnızlığı da olabilir” diyor birisi
dayanıklı mısın bakalım
silahın nedir
ilkin asfalt ve beton
bir bakarsın önün ardın su kesilir
yüzme de bilmezsin ayrıca
“çocukluktan kalma şeyler bunlar”
diyor matrağa düşkün biri
“nasıl olsa yenilir”
Oysa kavradığım her şeyin adını bilmek
biraz bunaltıyor beni
örneğin bir atom santrali projesi
Hollanda’daki bir caz konseri
ölececeğimi biliyorum nasıl olsa
ama gölgemi önüme düşürüyor
güneş önümden gelirken
şaşırıyorum gövdemi
matrağa alışkınım aslında ama
ille kayayı delen incir,
suları aşan gemi!

Turgut Uyar

"Göğe Bakma Durağı" Bir Sıkıntılı Adam Seremonisi

Sitemizdeki diğer kitap tanıtımlarına da göz atabilirsiniz. 

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– “Göğe Bakma Durağı” Bir Sıkıntılı Adam Seremonisi

İlginizi Çekebilir
Eros ve Psykhe

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (2)

  1. Can Zeyno…Ağustos’da doğup,Ağustos’da sonsuzluğun yollarına düşen Uyar için, bize ve yazan,okuyan dostlara bir saygı duruşu hazırlamışsın…Sana teşekkür ederken, Fırat CANER’i de selamlamalıyım…
    ‘Düşünüyorum da biz,büyüyerek çocukluk etmişiz…’ diyen bir şairin,,uygarlıkla savaşını onun kaldığı yerden devam ettirecek yazarların/şairlerin olduğu hissi….Bana tam da bunu verdin bugün.
    ‘Atlıkarınca’…dönüyor dönüyorrrr………..
    Teşekkürler.

  2. Aycadım güzel yüreğine sağlık… Asıl ben teşekkür ederim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir