Çağan Irmak ve Dedemin İnsanları
  1. Anasayfa
  2. Filmlere Dair

Çağan Irmak ve Dedemin İnsanları

Çocuklar Yalnız Kalmasın Diye...

0

Çağan Irmak ve Dedemin İnsanları

1

1923 Yunanistan-Türkiye mübadelesinden Türkiye’de gerçekleşen 1980 darbesine kadar uzanan bir yaşanmışlık hikâyesidir Dedemin İnsanları.  Aslında sadece tek bir örnektir. Özüne bakınca belki binlercesinin hikâyesidir. Bence daha vicdanlı bir tabirle; birinin, binlercesinin yüreğinde sızı, gözünde yaştır. Çünkü asıl sebep tarihe nasıl geçmiş olursa olsun, bir çocuğun yitirdiği çocukluğudur meselenin temelinde yatan. Sonra bir babanın, bir dedenin yitirmeye mahkûm bırakıldığı çocukluğudur. Yine bir çocuğun katli ve başka bir çocuğun ise hayatta yalnız kalmama mücadelesidir. Belki de daha binlercesinin yitirdiği çocukluğu,  katli, mücadelesidir Dedemin İnsanları. Ve benim kaç kere seyrettiğimi, kaç kere gözümde yaş, gönlümde sızı oluşunu hiç bilmediğim eşsiz güzellikte bir Çağan Irmak filmidir, bütün sıcaklığıyla insanın çocuk yüreğini yakan.

Kendi toprağıdır insanın çocukluğu, insanın doğduğu topraktır. Büyüdüğü ya da işte böyle herhangi bir sebepten ötürü-ki bizim sebebimiz mübadele- büyüyemediği ama hep içinde bir ukde yaşattığı, az biraz anımsadığı, doyamadığı, hasretini çektiği toprağıdır insanın çocukluğu ve çocuk olmaktır insanın bu hayatta başına gelen en talihli gerçek. Çocukluktan sonrası hep hikaye çünkü, hayat kimi acıklı kimi eğlenceli ama sürükleyici bir hikaye. Bir kere çocukluğunu yitirmeye görsün insan, bu hikâyenin akışında akıntıya kapılıp sürüklenmeye görsün…

Toprak kavgası, mübadele, darbe…

Yok, bu kez büyük insanların, kâinatın var oluşundan bugüne kadar verdikleri mücadelelerine, gerekçesi her ne olursa olsun karşılığının zulümden ötesine tekabül etmediği savaşlarına değinmek değil kalemimin elimden başka bir şey gelmez çaresizliği içerisinde yazmayı bir mesele edindiği.  Çünkü artık tamamen almamakta aklım, vicdanım; anlatamamakta sözcüklerim ve yetmemekte mürekkebim yazmaya da zaten büyük insanları ve onların günden güne ki özellikle sanki bu son yıllarda daha da hızlıca tükenen, biten, yok olmaya doğru koşar adım ilerleyen dünya hayatında hiç de tükenecek, bitecek, yok olacak gibi gözükmeyen mücadelelerini, savaşlarını. Sahi, onlar bitirecek ya dünya hayatını! Hikâyenin sonunda savaş, savaş, savaş derken patlayıverecek dünya, sonra diğer gezegenler…  Ve yıldızlar bütünüyle kaybedecekler ışıltılarını. Acı ki yok olacak Saint Exupéry’nin gülümsemeyi bilen yıldızları ve bunun tek suçlusu insan olacak. Sağı-Solu, Avrupalısı-Doğulusu, Türkü- Yunanı, Kürdü, Alevisi -ki bu örnekler bitmez- kısaca kimliği ne olursa olsun, her halükarda lügatlere insan diye geçeni olacak bu mutsuz sonun tek sorumlusu ya da sorumsuzu. Varın siz koyun adını. Size bırakıyorum bu kez büyük insanları ve onların savaşlarını. Çünkü ben, bu filmde yüreğimi artık büyüklerinkinden daha da çok sızlatan, hele ki gözümdeki yaşları kurutan ve tabii yine ne aklımın ne de vicdanımın kabul ettiği başka bir savaşa şahit oldum. Ama ne savaş!

Karşı karşıya gelmiş taraflara baktığımız vakit deyim yerindeyse bacak kadar çocuk topluluğu göreceğimiz. Beş, on, on beş sayıları kaç olursa olsun benlikleri henüz çocuk olanlar…  Yani bizim öyle adlandırdıklarımız; çocuk diye ve yeryüzünün en temiz, en masum manalarını yine benliklerine yüklediğimiz çocuklar karşı karşıya gelmiş taraflar. Ellerinde taşlar, sopalar ve en kötüsü de zihinlerinde muhtemelen gerçek bir anlam, neden bile yükleyemedikleri ayrılıklar, düşmanlıklar ve bunların doğurduğu savaşlar…

Hâlbuki çocuklar; taş, sopa, silah ve bil-umum insanlığa bugüne kadar çoğunlukla zarar ziyan yaşatmış aletleri değil de pamuk şeker tutmalılar mesela elleriyle. Elma şekeri, bir demet çiçek ve bir tutam da sevgi avuçlarında, zihinlerinde hakeza… Akıllarında da, vicdanlarında da hissettikleri en kuvvetli duygu olmalı sevgi, nefretten fersah fersah uzakta kalmalılar çocuklar. Savaşmamalılar o ya da bu nedenle. Zaten yoktur ki savaşmanın da ne akla ne vicdana sığan bir nedeni. Hiç nedensiz savaşmamalı çocuklar, oyun oynamalılar. Gökkuşağı renklerinde hayaller kurmalılar ama sonunda tek bir renk, mavi olmalılar. Ne garip ki renklerde ayırıyor çünkü insanları. Siyah diyorlar, beyaz diyorlar ve yine insanlığı vuruyorlar renklerin arkasına sığınmış, yine,  insanlar! Farklı renklere bürünmemeli bu sebeple çocuklar, mavi en güzeli; umut, çocuklar hep mavi olmalılar. Umut olmalılar, özgür, engin sevdalara kanat çırpan martı olmalılar, en çok denize sevdalı…

Büyük insanlarsa, bütün savaş aletlerini, en korkuncu; büyüklüklerini gömerek toprağın altına çocuk yanlarını hep diri tutmalılar evvela. Pamuk şeker tutmalı onlarında elleri. En çok zihinleri yeniden masum olmalı ve vicdanları da bir o kadar rahat… Çocuklara örnek olurlarken ilk önce kendileri kavramış olmalılar, aslında bu hayatta var olmakla çok da kıyak bir yerde olunmadığı bilincini. İnsanın hayatta bir yolcu oluşunu ya da bir emanetçi; Yaradan’ın kâinatla ve ruhla insana bahşettiklerine karşı… Hani şu topraktan geldik toprağa gideceğiz hikâyesini, her hikâyenin iyi-kötü illa ki bittiğini bilmeliler sevgili ve saygı değer büyükler. Maharetin iyilikten yana olduğunu bilmeliler. İyilik etmeliler, savaş etmemeliler. Savaştan umdukları medet her ne ise gelip geçiyorken zaman ve galiba artık hikâyenin de sonuna yaklaşmışken böylesi çirkin uğraşlara meyletmemeliler ne aradıklarını bilmeden, doğrusu bilmemelerinden değil de işte; doyumsuzluklarından, hırslarından… Ummamalılar medet savaşmaktan. Bir kısır döngünün içinde körelmemeliler, bir kısır döngüye çevrilmemeliler dünyamızı tıpkı küçük prensin dünyaya yolcuğu sırasında keşfettiği üçüncü gezegen ve gezegenin sahibi ayyaş adam gibi.

Küçük Prens: Burada ne yapıyorsun?

Ayyaş: İçiyorum.

Küçük Prens: Ne için içiyorsun?

Ayyaş: Unutmak için…

Küçük Prens. Neyi unutmak için?…

Ayyaş: Ayıbımı unutmak için…

Küçük Prens: Ayıbın ne?

Ayyaş: İçmek…

Bu ayyaşın diğer büyük insanlardan tek farkı erdemi, tabii erdem… Utancını örtmek için verdiği mücadele iradesizliğinin göstergesi olmalı belki de ama o hem ayıbının hem de bunu yenmek için yaptığının bilincinde ve zarar ise de mesele belki de tek zararı kendine…  Böyle çözümlemiş olayı. İçiyor, bundan utanıyor ve bu utancından kurtulmak için yine içiyor, yine içiyor. Onun durumu sanırım biraz daha makul. Bizim yaptığımız? Ah çocukların dünyasından milyonlarca kilometre uzak kalmış büyük insanların dünyası! Dünyanın tarihi boyunca süre gelen bütün toprak kayıplarını, insan; çocuk cesetlerini, zulmü unutmak için mi, ahlaksızlığın-şerefsizliğin ortasında ahlakı, şerefi hep üstün kılma çabası için mi insan nazarında, yeniden yeniden savaşıyoruz? Yeniden yeniden içer gibi… Hiç de makul nedenler değil. Şöyle devam ettirseymiş Saint Exupéry hikâyesini;

Küçük Prens: Ne için savaşıyorsunuz?

İnsanoğlu: ?

Küçük Prens: Ama insanlar ölüyor, çocuklar…

İnsanoğlu: ? …

Olmadı. Soru işareti ve devamında üç nokta.  Böyle devam edilmiyormuş demek ki. İnsanoğlu da bilmiyor ki; toprak diyor, güç-kudret, şan-şöhret, daha özele indirgediğimiz vakit namus, şeref ve yine üç nokta ama insanlar ölüyor, çocuklar… Toprak uğruna insanlar yeryüzünde yaşayacakları topraklarından oluyorlar, insanlar bilhassa çocuklar kendileri toprak oluyorlar. İnsanı güçlü kılan yüreğidir, yüreği güçlü kılansa bir tutam sevgi yalnızca bunu bilmiyorlar. Namuslu adamın harcı mı zulüm? Şayet inanmam ki dünyanın bütün dilbilimcileri bir araya gelip tek bir manada birleştirmiş olsunlar zulmü ve namusu, hangi sözlüğü açarsanız açın tek bir manada açıklanmış olsun zulüm ve şeref!

Savaşlarla değil de güllerle devam etseymiş mesela hikâye;

Küçük Prens: Senin gezegenindeki insanlar aynı bahçenin içinde beş milyon gül yetiştiriyorlar ve aradıkları şeyi orada bulamıyorlar.

Yazar: Onlar ne aradıklarını bilmiyorlar.

Küçük Prens: Oysaki bir avuç suda ya da tek bir gülde bulabilirler aradıkları şeyi.

Yazar: Elbette…

Küçük Prens: Ama gözler görmez. Kalp ile aramak gerekir. …

Evet, çocuklar büyük insanlardan savaşmayı öğrenmemeliler. Asıl büyük insanlar çocuklardan yeniden oyun oynamayı öğrenmeliler ki kararmış, kirlenmiş kalpleri renklensin, temizlensin.  Böylece tek başına mavi ile sınırlandırmış olmasınlar umutlarını çocuklar. Yepyeni umutlar serilsin önlerine gökkuşağı renklerinden. Siyah ve beyaz birbirlerine sıkı sıkı sarılarak bir denge kursunlar dünyada, gücünü umuttan, sevgiden ve barıştan alan bir denge, Sartre’ın cehennemini cennete çevirecek… Çocukların, büyüklerin; insanların birbirleriyle güzellikle anlaştıkları bir denge, sırf çocuklar yalnız kalmasın diye… İnsanlar çocuk yanlarını hiç yitirmesin diye…

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Çağan Irmak ve Dedemin İnsanları

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Çağan Irmak ve Dedemin İnsanları

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir