Bir Süs Bitkisinin Anıları -1
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Bir Süs Bitkisinin Anıları -1

Yazan: Mert Şuşut

0

Bir Süs Bitkisinin Anıları -1

Sırtının ağrıdığını fark ederek gerindiğinde saat 16:30’u gösteriyordu. Ya da bir iki dakika vardı… Odaya sızan güneşin parlaklığı güne veda vaktinin geldiğini bir kez daha hatırlattı. Sürpriz değil ya… Gün elbet bitecekti, bitiyordu da… Bir kaç saattir masadaydı ama henüz bir paragrafı bile tamamlayamamıştı. Yazma isteği biteviye hayatın ne kadar boktan olduğu gerçeğiyle bölünüyordu. Ne zaman güzel şeyler yazmak istese hep aklına sert, vurucu ve iç karartıcı şeyler geliyordu. Bu sancıların arasında tek bir şeye karar veremiyordu. Hayat hakikaten bu kadar boktan mıydı? Yoksa o mu çok hassastı? Bunu düşünüyordu çünkü dışarıda hayatın nasıl balçıklaştığını fark etmeden yaşayan onlarca insan vardı. Şanslı köpekler! Ama yazar artık ani seslerden dahi irkilir hale gelmişti. Bazen sessizlikten gerildiği bile oluyordu. Yani son zamanlarda hayatı ‘ortalık çok sakin kesin bir şey olacak’ ile ‘yine bir olay patladı bir rahat yüzü yok’ arasında gidip geliyordu. İşte bu aralıklarda, mutlu olmaya çalışıyor, gülümsüyor bazen kahkaha atıyor, içiyor ve sevişiyordu. Bu aralıkların nadiren yakalandığını hesaba katarsak mutlu olma sıklığının da oldukça seyrek olduğunu farz edebiliriz.

***

Bense sürekli orta sehpanın üzerindeydim. Bazen ev kalabalık olduğunda, sehpanın kullanılması gerektiğinde nadiren rafa kaldırılıyordum. Ama tadım çok da kaçık değildi. Sonuçta ben bir ev bitkisiydim. Güzel sulanıp, toprağım havalandırılırsa çiçek açtığım bile olurdu. Ama ne yazar ne de karısının benimle çok ilgilendiğini söyleyemeyeceğim. Özellikle bu aralar… Üç yaprakla direnmeye devam yani…

***

Havaların soğumaya başlamasından Kasım ya da Aralık sonu olduğunu düşünüyorum ama emin de değilim. Yazar kafasını geriye doğru attıktan sonra benden tarafa, yani pencereye doğru uzun uzun baktı. Kış güneşi onu da aldatmış olmalı ki masanın kenarına çıkardığı çoraplarını yeniden giydi. Sonra bir sigara yakıp, tüm salonu dumana boğdu.

***

Şu sigara ne kötü şeydi. Belli ki bırakılması gereken bir alışkanlıktı. Yazarla karısı bu konuda defalarca kez karar almalarına rağmen istikrarlı davranamamış, sigara içmeye devam etmişlerdi. Bırakamayacaklarını anladıklarında da salonda sigara içmemeye karar verdiler ama bu karar da çok uzun soluklu olmadı açıkçası. Bu aralar sigaradan olacak ki kesik kesik öksürüyordu yazar. Yüzü hep asıktı. Ne depresyonuydu bu? Entelektüellere özgü bir yaratıcılık sanrısı mı? Sanmıyorum. Çünkü yazar mutsuzluğu kendine rutin bellemişti. Şartlar olgunlaştığı her an gerilir, düşer, bozulurdu. İnsanoğlu ne garipti… Her mutsuzluktan bir mutluluk bulmaya çalışıyor, her mutluluktan bir mutsuzluk yaratıyordu. Yazar ne biçim de sevmiyordu burayı, bu hayatı. Nasıl kandırılmış hissediyordu kendini hayat tarafından. Umutlarını bile unutmuştu. Hep uzak ufukların hayalini kuruyordu ancak bir türlü gidemiyordu köklerinden… Hoş gitse de kesin burayı özlerdi. Netekim insandı işte!

***

Yazar bilgisayarını kapattı. Sonra tam karşımdaki koltuğa oturdu. Televizyona bakıyordu, sonra saate, sonra tekrar televizyona derken içeri geçti. Duştan su sesi gelmeye başladı. Belli ki işe gitme vakti gelmişti. Yazar işe gitmeden önce daha çok huysuzlaşırdı. Hoş zaten huysuzdu da… Daha çoğu nasıl olacaksa öyle işte… Sanki dünya üzerine çökecek gibi olur, omuzları düşer, evden çıkmamak için art arda sigaraları yakıp söndürürdü. Sonra hızlıca evden çıkar giderdi. Hani sanki o an evden çıkmasa bir daha çıkamayacakmış gibi bir aceleyle…

***

Önce suyun sesi kesildi. Sonra havlusuyla evde dolaşmaya başladı. Islak ayakları parkede izler oluşturuyordu. Halbuki titiz adamdı. Başkası onun bu yaptığını yapsa söylenmemiş laf bırakmazdı. Ama bizimki çuvaldızı kendine pek batırmazdı. Bir şey yaptıysa, doğruydu. Yanlışsa zaten, o yüzden yapılmamıştı. Yine hızlıca giyinip evden çıkmak üzere kapıya yöneldi. Televizyonu kapattı. Ev aniden sessizliğe gömüldü. Sonra ışıkları kapattı. Ev bu kez karanlığa gömüldü. Sanki ters işleyen bir yaratım süreci gibiydi yada kıyamet senaryosu… Önce ses vardı, gitti. Sonra ışıklar da yok oldu… İşte bunlar günün en berbat saatleriydi. Bir kaç saate evde bir devir teslim yaşanacaktı. Yazar işe gidecek, karısı işten dönecek. Birbirlerini yine göremeyeceklerdi.

***

Gördüğüm kadarıyla hayat pek adil değildi. Adalet… Bir süs bitkisi anlar mıydı adaletten? İnsanlar bile anlamıyordu hoş…

***

Kapı kilidi 5 kez çevrildi. Alt taraf 3 kez yukarısı iki kez. Artık ev bana kalmıştı. Ah şu saksı olmasa neler yapılırdı! Köklerimi çekip çıkarabilsem şu topraktan bir kez… Mümkün müydü? Benim prangam köklerimdi, saksı kırılsa ya özgürdüm yada ölürdüm! Hayallerim de cürmüm kadardı işte!

***

Aniden irkildim! Kış güneşi de son oyununu oynayıp çekip gitmişti. Belli ki uyku vaktiydi. Şu ölümlü, olumlu uykulardan… Yaprağımı kopartamam! Kendimi kurutamam! Ölemem bile! Ancak uyurum… Ölüm gibi… Sessiz…

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Bir Süs Bitkisinin Anıları

İlginizi Çekebilir
Kendimle Baş başa

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir