Bir İspanya Masalı – I
  1. Anasayfa
  2. Seyahatname

Bir İspanya Masalı

0

Bir İspanya Masalı

Yazan: Amelie

“İspanya… Fenikeliler’in kültür harmanını başlattığı, Endülüs Medeniyetiyle bu harmanın mis kokulara büründüğü yer… İlim, kültür ve sanatın kalbi… Hangi kelimelerle anlatılabilir ki farklılıkları bir çatı altında buluşturmayı başaran, sanatın, kültürün ve ilimin bu denli birbirine geçtiği bu güzel ülke. Flâmenko’nun, Siesta ve Fiesta’nın dillere pelesenk olmasını sağlayan harikulade kültür mozaiği… Tarihin her köşesine yaydığı bu “kültür mozaiği” kokusu aslında çok zorlu zamanlar atlatmış.  Kristof Kolomb’a maddi yardımda bulunarak seyahate çıkmasını sağlayan İspanya Kralı acaba neye vesile olduğunu önceden hissetmiş midir diye düşündüğüm çok oldu… O zamanlardan günümüze kalan, sanki hala o devirde yaşıyormuş hissi veren, görülmeye değer nitelikte maddi manevi birçok yer var bu rüya ülkede. İspanya’nın Kalbi…Cervantes’in yel değirmenlerine açtığı savaş için ilham aldığı şehir olarak tanımlıyorum ben kendimce Madrid’i…Yaşanan iç savaşın, Hemingway’in “From whom  the bell tolls” filmine konu olduğu Madrid, ya da eski adıyla “Magerit”; kültürel hayatı, futbolu ve “Kralın Şehri” olarak sadece İspanya’nın değil dünyanın en güzel yerlerinden biri…Basit bir postane binasının bile harikulade bir mimari esere dönüştüğü bir kent… Ve elbet ki Barcelona… Görmeden orada yaşadığını hissettiren şehir… 9. Yüzyılda bu şehri kurarak, bu güzelliği bahşeden adını bilmediğim Katalan asilzadesine minnet borçluyum..  İspanya çok farklı Avrupa içinde; ama Barcelona da bu farklılığın yegane sebebi naçizane… İlk tanışma futbol takımı sayesinde olsa da, zaman geçtikçe insanı kendisine çekenin aslında Picasso’nun “Mavi Dönemim” dediği ürünleri yaratma sebebi ile aynı olduğunu fark ediyoruz sanırım… Melankoli…Mavi’ye duyulan aşk… Las Ramblas’ta gezmek…Museo Picasso da “Mavi Dönemi” yaşamak…Kısaca İspanya’yı hissetmek….”

Bir ülke bunca farklılığı içinde barındırmayı başarmışken, ben sadece bu mükemmel şehri görebilmeyi hayal ediyordum, sene iki bin on bir. Çok daha öncesinde hayal edilip, o dönemde kurgulanan İspanya’nın harflerle ifadesi. Bir nevi hayalin, hakikatine kavuşmasının ilk adımı olarak, görmeden, hissederek yazılanlar.

Şimdi yıl iki bin on altı ve bir kongre maksadıyla bu hayali gerçekleştirme fırsatı bulmuş birinin satırlarını okuyacaksınız…Oldukça uzun olacağı kesin.

“İspanya’da kongre var, ne dersiniz gençler, yapalım mı bir delilik?” sorusuyla başlayan fetih, ilk başta dört kişi ile başlayıp en son altı kişi ile tamamlanan ekibin yedi günlük macerası aslında.

Bir gezi, nereye olursa olsun, ancak ve ancak kafa dengi insanlarla güzeldir. Bir de sayı sınırı var ama, o mevzu bu yazının konusu değil. Biletlerin alınması, hizmet pasaportlarının çıkartılması derken, altı ay önceden hazırlıklarına başladığımız zaman dilimi sonunda başlamak için geldi çattı ve biz altı arkadaş, otuz ocak iki bin on altı cumartesi sabah saat yedi itibariyle Samsun’dan İstanbul’a ve oradan İspanya’nın Barcelona kentine uzanacak yolculuğumuza başladık. Yolculuk hikayeleri çoktur, özeldir; ancak bilirim ki bu hikayeler ancak ve ancak o anı yaşayanlarla anlam kazanır, o sebeple yol hikayelerine burada yer vermeyeceğim, içiniz rahat olsun! 🙂

Barcelona ve İstanbul arasında bir saatlik bir zaman farkı var, zaman bir saat daha geriden geliyor; Barcelonalılar bir saat yavaştan alıyor hayatı. İspanya’ya adım attığım andan itibaren, her köşeyi Türkiye’den bir yere benzetme çabam olduğu doğrudur; ama gerçekten Barcelona Havalimanı’na indiğinizde edindiğiniz ilk izlenim, “Aaa İzmir’e mi geldik yoksa?”. Ya da ben İzmir’i çok özledim, gittiğim her yerde ona ait parçalar bulma çabasındayım. Her neyse.

Bir şehre mavi bu kadar mı yakışır? Aslında mavinin her tonu, renklerin her hali bu şehirde başka güzel sanki. Şehre gittiğinizde dikkatinizi ilk çeken, rengarenk grafitiler. Sokakların bir dili var da sanki renkler de onların tercümanı. Aslında diyorlar ki “Ben Barcelona’yım, İspanya sınırlarında olabilirim; fakat benim ruhum Mavi!”. Özgürüm diyor her sokak.

En meşhur caddesi “La Rambla”. Ama üç tane var bu caddeden J Bir nevi İstanbul Beyoğlu’su. Ancak öyle güzel melodiler duyuyorsunuz ki bu caddelerin her birinde, kendinizi bir masalda hissetmemenize imkan yok. Şehrin her köşesinden bir sanat şaheseri fışkırıyor. Ya da biz hiçbir sanat ruhu yüklenmeden inşa edilmiş binaların içerisinde öyle kaybolmuşuz ki, 1900’lerden kalma ne varsa tarihi eser sayıyoruz. Ne olursa olsun şunu fark ettik, insanlar yıkıp üzerine yenilerini yapmak yerine, var olanı koruyup, varlığını geleceğe aktarma çabasındalar. Ama en çok da insana duydukları saygıyı görebiliyorsunuz şehrin bu caddesinde gezinirken. Şehirde trafiğe ayrılmış yolun genişliği ile yayaların yürümesi için ayrılmış yol genişliğine bakmanız yeterli bunu görebilmek için. Yayalar orta alanda, zamanı eskiye dayalı ağaçlarla kaplı, oldukça geniş bir yerde yürüme imkanı bulurken; araçlar bu orta alanın yanlarında, kendilerine ayrılmış mütevazı yerlerinden ilerliyorlar. Caddenin sonuna ilerlediğinizde, Kristof Coloumb heykeli ile de karşılaşacaksınız aynı zamanda, hele de gün batmak üzereyse; güneş size son damlalarını Akdeniz’den süzülerek bırakıyor. Akdeniz’e karşı kıyıdan bakmak başka bir güzelmiş, bunu fark ediyoruz.

Barcelona deyince, Gaudi’den bahsetmemek olmaz. Kentin adım attığınız her yerinde ondan bir parça görüyoruz. La Sagra de Familia, O’nun en büyük şaheseri. Yapımına başlayıp tamamlayamadan vefat eden Gaudi’nin anısına, ölümünün yüzüncü yılında, 2026’da bitirilmesi planlanan muhteşem bir bazilika. Diyebilirim ki Avrupa’da gördüğüm Hristiyan ibadet yerleri içerisinde en ferah dini yapı.  Vitrayların güzelliği, binanın dışından içine tasarımı… Sanatçıların beyinlerindeki yaratıcılıkla koca bir evrenin yüz milyonlarca yıllık yaşam enerjisi karşılanabilir, bundan emin oldum bir kez daha. Ve … Barcelona’nın kendi ile bütünleşmiş kulübü, Messi’nin var olduğu futbol takımı FC Barcelona’nın mabedi Nou Camp. “Bir kulüp nasıl yaşarken efsane olabilir?” sorusunun cevabını almak istiyorsanız, kesinlikle Nou Camp’a bir ziyaret gerçekleştirilmeli. Stadın çimlerinin tohumlarının bile satışa çıkartıldığı bir müze mevcut burada. Müze derken, buradaki en büyük müze olarak gösterebileceğim Samsun Kent Müzesi bile solda sıfır kalır bu müze yanında. Takımın aldığı ödüllerin olduğu bir bölüm, takımın marşı ve bu marşın yaklaşık otuz dilde çevirisinin olduğu bölüm, önemli maçlarda önemli oyuncuların giydiği formalar, oyuncuların sahaya çıktığı giriş kısmı, hediyelikler ve formaların satışa sunulduğu kısım, dijital ortam kısmı, çim saha, izleyicilerin olduğu kısım…O kadar çok kısım var ki. Keşke dedim, bunun onda birini bizim ülkedeki müzelerde de yapsalar…

Gözlemlediğim bir diğer ayrıntı, Akdeniz insanı her yerde Akdeniz insanı. Rahat, sempatik, sevecen, yardımsever, anlayışlı… Kurallar insanları yönetmiyor bu şehirde, insanlar kuralları yönetiyor ve yeri geldiğinde kural, kuralsızlık olabiliyor. Sorduğum hiçbir soru cevapsız kalmadı, kime gittiysem herkes yarı Katalanca, yarı İngilizce bana yardımcı olmaya çalıştı. Bu durumu Polonya’da göremezsiniz. Size yardım etmeyi bırak, “Excuse me?” dediğinizde bile duymamazlıktan gelebilecek kadar umursamaz insanlar. Aslında anlatılacak bir Sevilla ve Madrid zaman dilimi var; fakat onu ikinci bölüme bırakmak istiyorum. Tekrar bu şehre yolum düşer mi, bilmiyorum; ama bu şehirde bir ömür geçirilebilir, bunu biliyorum!

Adios!

Masalı Kalan Kısmı’nı okumak için tıklayınız.

– Bir İspanya Masalı

İlginizi Çekebilir
Suya Hasret Denizler

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir