Aynalar ve Sevdaya Dâhil Ayrılıklar
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Aynalar ve Sevdaya Dâhil Ayrılıklar

Tek bir ayna meydanlarda, içinde yekvücut olabilseymişiz keşke...

0

Aynalar ve Sevdaya Dâhil Ayrılıklar

Dertliyim. Ne olur kulak ardı etmeyin derdimi! Siz de benden daha az dertsiz değilsiniz sevgili okuyucu. Farklı branşlarda aynı dertlerin sahibiyiz. Dertdaşız. Keşke bir de çözümdaş olabilsek.

Geniş bir yelpazesi var yaşadığımız hayatın sorgulanacak. Sanayisi, tarımı, siyaseti, tarihi, kültürü, sanatı, etnik yapısı, dini inançları… Ve hakikatte meselenin temelinde yatan, doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması. İşimize geldiği yerden hayatı algılamamız, tam algılamamız gereken asıl hususta keçi gibi at gözlüklerimize sarılmamız. Yer etmesi bir kere o gözlüklerin görüş açılarının dimağlarımızda. Kabul etmeyişimiz ama cehaleti öz bellemiş olmamız kendimize. Kendimizi reddedişimiz! Kendimizle bile yüzleşemeyecek kadar kör etmemiz sol tarafımızda yaşamak için çırpınan serçeyi. Çabuk unuttuğumuz gerçeği ve ne kadar vefasız oluşumuzun resmi… Çelişkilerimiz, çıkarlarımız, gipgizli bir şirk edasıyla taparcasına dünyaya, yaşamak mücadelemiz… Yinelemeyi zorunlu görüyorum ki kabul etmeyişimiz kendimizi… Kendimizi reddedişimiz! …

Yaşamak cengine girdiğimiz dünya Sartre’ın cehennemi kavrulduğumuz. Bilir misiniz ki Sartre’ı? Bir oyun yazar zamanında Sartre. Cehennemin başkaları olduğunu savunur. Hani kendimizi anlatmaya çalıştığımız, bizi anlasınlar diye beklediğimiz, ama bizi anlamayan, ya da işlerine geldiği yerden anlayan başka insanlar, bizden ötekiler!

Oyununda yeni ölmüş üç kişinin cehenneme gittiğini ve asla dışarı çıkamayacakları o yerde birbirlerine ve kendilerine (yani buna vicdanlarına da diyebiliriz) nasıl mahkûm olduklarını görürüz. Ölülerden Garcın ve Estelle orada olmalarının bir tesadüf olduğunu düşünürler. Ines ise bu işlerle görevlendirilmiş birileri tarafından oraya hapsedildiklerini düşünür. Beraber geçirdikleri bu süre zarfında birbirlerine geçmiş yaşantılarını anlatırlar, anlaşamazlar, kavga ederler, sessiz kalıp kendi kendilerini dinleme kararı alırlar ve en önemlisi bir sahnede birbirlerine ayna olmaktan söz ederler. “Konuştuğum zaman içinde kendimi seyredebileceğim bir ayna olsun isterdim.” der Estelle. “Konuşurken, konuşan beni seyrederdim. Kendimi başkalarına göründüğüm halimle görürdüm. Bu beni uyanık tutardı.” der.

Başkalarının bizi gördüğü kadardan ötesi değiliz çünkü bu hayatta. Kim olduğumuz da böyle anlamsızlaşır çoğu zaman. Ne anlatmak istediğimiz… Bir şeylere sahip olmaktan çok bir şey olmaktan bahseder ya küçük prens! Hiçbir şeyizdir aslında başkası öyle algılamak istedikten sonra ya da kendimiz başkalarında ne görüyorsak kendimizden oyuzdur aslında. Birbirimize mahkûm… Birbirimizin cehennemi…

Doğru ya doğru diyememektedir gerçekte mesele. Kendimizi inkâr edememekte… Bize dokunmayan yılan bin yaşasın algımızdandır. Hapsolduğumuz çıkarlarımızın sancısıyla kıvranmaktan belimizi doğrultamayıp kendi sancılarımızdan başkasınınkileri hissedemeyişimizdendir belki de. Bir tilkiyi dost edinebilseydik kendimize şayet, öylesi basitti aslında hissedebilmek. Nasıl bir körlük? Gözlerimiz kalbimizden, kalbimiz gözlerimizden kör. Cahiliz. Çünkü sistem ya da adı her neyse, cahil olmayı aşılamış bize yıllar yılı. Ekmek yiyebilmenin derdiyle dertlendirmiş sadece onca yıl. Bir de, kimse dokunmasında ekmeğimize, gerisinin canı cehenneme!

Oysa bir ıhlamur kokusunda gerçekten güzel yaşamak! Ihlamurla bezenmiş bir cennet vatanımız. İnsanlarımız güzel tabiatlı, biz güzeliz. Hep çiçek… Oysa tek bir korkunç algı; ya sevmeye ya terk etmeye zorlayan vatandaşını. Oysa hep sevmelere düşmanız. Bilmediğine düşmandır insan. Bize sevmeyi de öğretmemişler bu kadar yıl. İtaat etmeyi belletmişler akıllarımıza sevmek diye hepsi bu! Bilmeden, algılamadan, sırf itaat etmeyi öğrenmişiz. Mesela mahiyetini algılatmadan belletmişler zihinlerimize bayrak sevgisini. Keşke bayrağı sevmeye açılan yolun insanı sevmekten geçtiğini de belletselermiş evvelinden. Keşke insanları sevebilseymişiz sadece insan oldukları için başka hiçbir nedensiz. Mesela biz Türk olmakla övünmeyi sevmişiz Türk olmaktan ziyade ya da Kürt, Ermeni… Keşke biz sadece Türk, Kürt, Ermeni (…) olsaymışız birbirlerini insanca hoş gören… Keşke bir olabilseymişiz… Keşke bu kadar zor olmasaymış anlatmak, anlaşılmak… Farklı dillerde aynı temayla birleşen çocuk şarkılarında birleşebilseymişiz keşke… Çocuk şarkılarının masumiyetinden alsaymışız gücümüzü… Böyle yarışsaymışız, böyle görseymişiz, böyle duysaymışız, böyle anlatsaymışız, böyle anlasaymışız… Böyle insan kalsaymışız… Bir çocuk gibi meydan okuyabilseymişiz hayata… Doğruların işimize gelmeyişlerinde aşağılık kılmasaymışız kendimizi…

Tek bir ayna meydanlarda, içinde yekvücut olabilseymişiz keşke…

Keşkelere mülteciyiz. Kahır böylesi sığıntılık… Oysaların buruk kalp çarpıntılarıyız. Yok yere değil hezimet yaşamaktan payımıza düşen. Sevmelere düşman olası geliyor insanın. Küsmelerle yoldaş… Aynaları tuzla buz edesi geliyor insanın. En zoru sınanma biçimlerinin, cahillere ayna tutmak. En sancılısı esasında ölümlerin, sessizliğin uğultusunda azat etmek hissiyatsız bir cesetten ruhu… Soluksuzluğu sırtlayıp alıp başını gidesi geliyor insanın. Alabildiğince uzağa. Çok dalgalı, soğuk, donuk, küçücük sahil kasabalarına… Bir şiir, birkaç dize alıkoyabiliyor insanı pekâlâ. “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.” Hem sonra geride kalanların dilinde  hazır yafta; vatan haini… Vatana ihanet böylesi çekip gitmeler. Oysa onların sunduğu bir seçenekti hani terk etmek! Yalnız gitmede karar kılmaya mecbur bırakılanlar bilir sevmek ya da terk etmek ikilemi değildir mesele. Hem geride kalanların bilmediği tek gerçektir belki de, ayrılıklar da sevdaya dâhildir. Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili…

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Aynalar ve Sevdaya Dâhil Ayrılıklar

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir